BASINA VE KAMUOYUNA

“BİR RÜYA GÖRMÜŞ GİBİYİM İSMET!”
8/9 Eylül 1922 gecesi…
İzmir yanıyor.
Belkahve’den dumanlar içindeki İzmir’i buğulu gözlerle seyrederlerken Başkomutan Mustafa Kemal
Paşa böyle diyordu Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa’ya, “Bir rüya görmüş gibiyim İsmet!”
19 Mayıs 1919’dan başlayarak 3 yıl 3 ay 22 gün boyunca yaşadıkları rüya gibiydi sahiden. Sadece
akla, bilime ve Uluslarına güvenenlerin, “Umutsuz durumlar yoktur. Umutsuz insanlar vardır. Ben umudumu hiçbir zaman yitirmedim.” diyenlerin görebildikleri bir rüya!
Aynı saatlerde, işgal süresince tam 39 ay tavan aralarında, sandık diplerinde köşe bucak saklayıp
işgalcilere kaptırmadıkları kırmızı perdeler, elbiselik kumaşlar ve beyaz patiskalarla harıl harıl Türk
Bayrağı dikiyordu İzmir’in yiğit kızları, kadınları. Başkomutanları gibi Onlar da inanmışlardı o kutlu güne
ve kavuşmuşlardı işte. Az sonra gün aydınlanacak, sokaklara dökülecekler, muzaffer Ordu’nun kahraman
askerlerini karışlayacak, İzmir’i bayraklarıyla gelincik tarlasına döndürecek, dağlarında çiçekler
açtıracaklardı.
15 Mayıs 1919’da Emperyalist devletlerin kuklası Yunan Hükümeti’nin İzmir Rıhtımı’na çıkardığı
Palikarya’ya “İlk Kurşun”u sıkıp oracıkta şehit edilen gazeteci Hasan Tahsin’in temiz kanı yerde
bırakılmamış, tutuşturduğu isyan kıvılcımı ile harlanan bağımsızlık ateşi işgalci emperyalistler ve kuklaları
ile hain işbirlikçilerini yakıp kavurmuş, önüne katıp ham hayalleriyle birlikte denize dökmüştü.
26 Ağustos’ta başlayan Büyük Taarruz 5 günde kesin zaferle sonuçlanmış, Büyük Millet Meclisi
Orduları 10 gün gibi inanılmaz bir sürede İzmir’e girmiş, Türk Ulusal Bağımsızlık Savaşı kazanılmış, vatan
kurtarılmıştı. İstanbul’dan, yurdun her yerinden ve dünyadan gazeteciler, politikacılar, devlet adamları,
hatta zafere inanmayanlar bile akın akın İzmir’e koşar, tebrik kuyruğunda yerlerini almaya çalışırken
İngiliz donanmasının hâlâ limandan ayrılmaması sabırları zorluyordu. Bir kaç gün sonra Mustafa Kemal
Paşa’nın anlayacakları dilden konuşmasıyla bu anlamsız inat kırıldı ve işgalci emperyalistlerin savaş
gemileri uyruklarında olanları alıp, denizde çırpınan Yunan askerlerine bakmadan limanı terk ettiler.
Mustafa Kemal Paşa ve Türk Ulusu karşısında uğradıkları bu ağır yenilginin gururlarında açtığı
onulmaz yarayı, yüzyıllardır sömürdükleri Mazlum Milletler için yarattığı umudu ve ardından imzalamak
zorunda kaldıkları Lozan Antlaşması’yla uğradıkları hezimetin utancını İngiltere de, diğer emperyalist
devletler de 100 yıldır hiç unutmadılar. Ama son dönemlerde Türkiye’yi yönetenlerin farkında bile
olmadıkları görülüyor, yazık ki.
Atatürk’ün kararlılıkla sürdürdüğü bu ödünsüz milliyetçi, antiemperyalist ve tam bağımsızlıkçı
politika ile 9 Eylül’den hemen sonra 11 Ekim 1922’de Mudanya Mütarekesi imzalanarak sıcak savaş
sonlandırılmış, ardından çözümü ertelenen bir kaçı dışında isteklerimizin hemen tamamının kabul
ettirildiği Lozan Antlaşması ile bağımsızlığımız dünyaya tanıtılmış ve Anadolu Türklüğü’nün yok oluş
belgesi Sevr tarihin çöp sepetine atılmış, Avrupa’nın 2. Dünya Savaşı’nın doğum sancılarıyla boğuştuğu
1936’da Mustafa Kemal Dehası’nın bir araya getirdiği 9 ülkeyle imzalanan Montrö Boğazlar Sözleşmesi
ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Anadolu – Trakya kilidi ve Karadeniz’in Barış Denizi olma güvenceye
bağlanmış, 17 Aralık 1925 SSCB (Rusya) Dostluk ve Tarafsızlık (Saldırmazlık) Antlaşması, 9 Şubat 1934
Balkan Antantı ve 8 Temmuz 1937 Sadabad Paktı ile Türkiye’nin etrafında bir Barış Çemberi
oluşturulmuş, 1938-39’da da Hatay Fransa’nın elinden tek kurşun atılmadan alınıp Anavatan’a katılması
sağlanmıştır.
Atatürk yapılanları 16 yıl sonra, 1935’de;
“Bu anda, Sivas Kurultayını -ki, dış ve iç düşmanların süngüleri altında kurulmuştur- hatırlamak, geçen on altı yılın bütün hadiselerini göz önüne getirmesi kolaylaştırır. Uçurumun kenarında yıkık bir ülke… türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar… yıllarca süren savaş… ondan sonra, içeride ve dışarıda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni sosyete (toplum), yeni devlet… ve bunları başarmak için arasız devrimler… işte Türk genel devriminin kısa diye mi…” sözleriyle anlatıyor ve şaşmaz öngörüsüyle gün
gelip Milletine Kemalizm’i unutturmak isteyecek, böyle bir ideolojinin olmadığını söyleyecek, hatta
“Kemalizm ırkçıdır, faşisttir” diyecek ar ve onur fukarası gafillerin çıkabileceğini düşünerek de
ekliyordu,“16 yıldır uyguladıklarımız, yalnız birkaç yıl için değil geleceği de kapsayan tasarlarımız ve
güttüğümüz bütün bu esaslar KEMALİZM prensipleridir.”
Mustafa Kemal Atatürk ve Kemalist Devrimcilerin bu ödünsüz antiemperyalist milliyetçilikleri ile
günümüz yöneticilerinin teslimiyetçiliği arasındaki derin uçurum içimizi acıtsa da, Atatürk’ün aşıladığı
bağımsızlık aşkının İzmir’in dağlarında ve vatanın dört bir yanında açtırdığı özgürlük çiçeklerini Türk
Ulusu’nun sonsuza dek soldurmayacağına yürekten inanıyoruz.
Atatürkçü Düşünce Derneği olarak; Atatürk’ün akıl ve bilim yolunda Kemalizm’in namus sesini bir
Sis Çanı gibi yurdumuz semalarına asarak Yeniden Atatürk Cumhuriyeti’ne ulaşma azim ve kararı ile
İzmir’in kurtuluşunun 101. yılını kutluyor, Büyük Atatürk ve Kuvayı Milliye kahramanlarımızı, aziz şehit ve
gazilerimizi minnetle, şükranla yad ediyoruz.
“NE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE!”
Saygılarımızla…
ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ
GENEL MERKEZİ
-
Mustafa Kemal’in Askerleriyiz
-
ATATÜRK”ÜN CUMHURİYETİ
-
Türkiye Cumhuriyeti egemen bir hukuk devletidir.
-
Terör Örgütleri İle Pazarlık Edilemez
-
BATAKLIKTAN NASIL ÇIKACAĞIZ?
-
KULDAN BİREY, ÜMMETTEN ULUS, ESARETTEN ÖZGÜRLÜK, EMPERYALİST İŞGALDEN BAĞIMSIZ VATAN YARATAN DEVRİMDİR CUMHURİYET!